“Aşk
denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir
başkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir;
dördüncüyü atar alevlerin içine. Birini yaralar; öldürür ötekini. Aynı
anda çakıp sönen bir şimşeğe benzer. Geceleyin saklar şafakta zapt
edilecek olan kaleyi. Çünkü dayanacak güç yoktur karşısında.”
Her şeyin bir mevsimi vardı. Evet. Yıkmanın bir zamanı ve yeniden yapmanın bir zamanı. Evet. Susmanın bir zamanı ve konuşmanın bir zamanı. Evet, bu kadar. Fakat daha başka? Daha başka? Bir şey, bir şey...
Ve nehrin her iki kıyısında da, dallarında on iki tür meyve bulunan ve her ay aynı meyveyi veren, bir hayat ağacı vardı. Ve bu ağacın yaprakları uluslara şifa vermek içindi.
Dikkat ettin mi, bugünlerde insanlar birbirilerini nasıl incitiyorlar?”
“Çok yaşlı biri gibi konuşuyorsun.”
“Bazen yaşlıyım. Benim yaşımdaki çocuklardan korkuyorum. Birbirilerini öldürüyorlar. Hep böyle mi olageldi? Amcam aksini söylüyor. Sadece geçen yıl, altı arkadaşım vuruldu. On tanesi araba çarpmasıyla öldü. Onlardan korkuyorum. Korktuğum için onlar da benden hoşlanmıyorlar. Amcam diyor ki, büyükbabası çocukların birbirilerini öldürmedikleri zamanı hatırlarmış. Fakat bu, onların her şeyinin farklı olduğu çok eski günlerdeymiş. ‘Onlar sorumluluğa inanırlardı,’ diyor amcam. Biliyor musun, ben sorumluluğa inanırım. Yıllar önce hak ettiğimde, kıçıma şaplağı yerdim. Evin tüm alışverişini yapar ve ellerimle evi temizlerdim de.